25 Aralık 2013 Çarşamba

İkna ve Erward Bernays


İkna ve Erward Bernays

Edward Bernays ismi bir çoğumuz için tanıdık bir isim gelmez. Ama inanın tarihin akışını değiştiren bir çok kişiyi bilmeyiz. Edward Bernays bilmeyiz ama dayısını tanımayan yoktur. Kim mi? Sigmund Freud yani psikanalizin babası

Şimdi diyeceksiniz ki aradaki bağ nedir. Şudur efendim Edward Bernays ABD'ye göçmen olarak gittiği yıllarda dayısının fikirlerini kendi amaçları doğrultusunda kullanmayı başaran biri. Freud'un kitlenin davranışlarının kontrol edilmesi ve yönetilmesi düstüründan yola çıkan Bernays ABD'nin 1.Dünya Savaşına girmesi konusunda amerikan halkının ikna edilmesinde önderdir.


Bernays özellikle propaganda ve halkla ilişkiler kavramlarını işleyerek bir çok kesimi ikna da başarılı olmuştur. ABD'yi savaşa sokarken '' Avrupa'ya Barış Götürmek İçin '' savaşa girmeleri gerektiğini anlatır.
( Biraz tanıdık gelmiş olmalı )
Yaptıklarından belki de en ilginci Amerika'da tabu olan 1920'lerde kadınların sigara kullanma alışkanlığı konusudur.Kadınlar sigara içmemekte buda piyasayı zorlamaktadır. Lucky Strike markası Bernays'e ne yap et bunu sağla der. Bernays büyük bir yürüyüşün olduğu gün güzel giyinmiş kadınları organize eder ve en işlek caddelerde ellerinde yanmış sigaralarıyla dolaşmalarını sağlar.
Uygun sloganı da bulmuştur.
'' Sigara kadınlar için Özgürlük Meşalesidir ''. Belki de en garibi Bernays'ın yıllar sonra anti sigara çalışmalarında da çalışmasıdır.



İkna işte nereden geleceği belli olmuyor

Sevgilerimle.
Zafer Uğur





13 Kasım 2013 Çarşamba


Şirketlerin Asıl Yüzü Kimlerdir?

Şirketlerle ilgili değerlendirmelerde genellikle şirketin yüzü kavramı çok önemsenmekle birlikte bunun söylenildiği kadar değer verilen bir durum olduğu kanısında değilim

Kimimize göre eğer telefon üzerinden ulaştığımız bir nokta ise karşımıza çıkan çağrı merkezi elemanı ya da görevli ile ilk izlenimi oluştururken, kimisi içinde satış temsilcileriyle yapılan görüşmeler şirketler hakkında ilk izlenimleri veriyor.



Ben daha somut bir noktadan olaya bakmak istiyorum. Bir holdingten bir şirketten hatta küçük ölçekli bir işletmeden içeri girdiğiniz anda sizi karşılayan yüzlerden bahsetmek istiyorum. Evet tahmininiz doğru santral memurları ya da danışma olarak kabul ettiğimiz kart alıp verdiğimiz çalışanlardan bahsetmek istiyorum

Reel iş hayatında bu çalışanlar şirketlerin ilk andaki yüzleri konumundadır. Onlardan aldığımız enerji bizim şirket hakkındaki ilk düşüncelerimizin şekillenmesinde etkili olabiliyor.

Peki bu çalışanlara gerekli önem veriliyor mu? Bu önemli konumları şirket yetkilileri tarafından yeterince algılanıyor mu? Çalışma koşullarıyla ilgili düzeltmeler yapılıyor mu?  Bütün soruların cevabı aslında pek zannetmiyorum olmalı.

Düşünün öyle yerler var ki gün içerisinde yüzlerce telefon geliyor ve tek başına bunları aktarmak ve doğru noktalara ulaştırmakla görevli bir çalışan var ve biz böyle bir çalışandan şirketimizin gülen yüzü olmasını bekliyoruz. Aşırı iyimser bir beklenti. İnanın reklam bir çok konuda çok itici bir güç olabilir ancak insanla bire bir iletişim sonucu sağlanan memnuniyet ya da memnuniyetsizlik çok ama çok daha etkili oluyor




23 Haziran 2013 Pazar

Eğitmenin Tek Başarı Kriteri


Eğitmenin Tek Başarı Kriteri

Eğitimler eğitmenler bir yığın konu hepsi yıllardır bildiğimiz anlamaya çalıştığımız durumlar. Bazıları son zamanlarda popüler oldu bazılarıysa her zaman popülerdi. Eğitime gitme ya da bir çalışanın bu hafta eğitimim var cümlesi çalışan açısından bazen ızdıraba dönüşebiliyor ki iş yerlerinde sadece hafta sonu dinlenen insanlar için bu durum büyük olasılıkla böyle

Tabi böyle bir durumda eğitimcinin de işi hayli zor? Ne yapsın eğitmen ? Daha ilk dakikadan sabah uykusunun hayalini kuran anlamsız bakışlar ve isteksiz hareketlerle dolu bir kitle.

Eğitmenlerin başarı kriterleri için onlarca madde alt alta sıralanır. Bunların hepsini yapanın çok iyi bir eğitmen olduğundan bahsedilir durulur.

Gerçekten böylemi? Bu kadar çok kriter bir araya gelirse mi eğitmen başarılı olur? Bir şeyi unutmayalım verilen eğitimlerin başarısı büyük oranda katılımcının almak istemesiyle alakalıdır. Evet eğitmen bunun için bazı teknikleri tecrübesi vasıtasıyla kullanır ancak bir kriter vardır ki o herkesin sahip olmasının kolay olmadığı bir kriterdir
Ne mi? Samimiyet



Evet Samimiyet. Tüm hayatımızda ilişkilerimizde dostluklarımız da ana kriter olan samimiyet birini dinlerken kendimiz vermemizde anlamaya çalışmamızda gerçekçi bir kriterdir. Karşımızdaki kişinin konuya hakimiyeti, müthiş bilgileri, süper yetenekleri olabilir ancak yapmacık bulunan her eğitimci başarısız olmaya mahkum olur.
Etrafınıza bakın sevdiğiniz tüm insanlar sizin için samimi oldukları için değerlidirler. Çok kolay sağlanamayan bir durumdur samimiyet. Kompleks sahibi olan birilerinden beklenmeyen bir niteliktir. İşte tam da bu yüzden eğitimcinin samimi olmadığını karşı taraf hissettiği andan itibaren o eğitim bitmiş olur.


ZAFER UĞUR 

19 Mayıs 2013 Pazar

BİR KOÇ’UN BEDEN DİLİ


BİR KOÇ’UN BEDEN DİLİ

Koçluk malum son yılların en büyük trendlerinden biri. Bununla ilgili yüzlerce eğitim yüzlerce koç etrafınızda. Milyonlarca insanın şüpheci gözlerle baktığı bu iş alanı danışana getireceği dönüşümlerle çok özel bir alan. Bir o kadar da suistimal edilmeye müsait bir alan.

Koçlukta başarı için olmazsa olmaz birçok şey sayılabilir ancak en önemli olan kriter olarak gördüğüm konuyu paylaşmak istiyorum. Koç’un Beden Dili. Evet bugüne kadar ki süreçte hep dikkat edilen danışanın beden dili oldu. Koç her zaman danışanın beden dili üzerinden çıkarım yapmaya çalıştı ya da gözlemleri doğrultusunda bir şeyler aktardı.

Ancak nasıl ki koç için beden dili çözümlemesi çok önemliyse danışan içinde Koç’un beden dili bir o kadar önemlidir. Unutmayalım iki insan birbirleriyle konuşmaya başladıklarında bu konuşmanın ya da sohbetin uzamasını sağlayan en önemli etken karşılıklı tutum ve tavırlardır.

Düşünün biriyle konuşuyorsunuz ve istemediğiniz bir sürece doğru gidiyor konuşma hemen bitmesi için bir bahane üretirsiniz. Danışan eğer Koç’un beden dilinde olumsuzluklar sezerse kapalı cevaplarla görüşmeyi çıkmaz sokaklara götürme eğiliminde olur.

Danışanın ilk baktığı nokta Koç’un samimiyetidir ve bu Koç’un beden diline gizlidir. Aşırı kendinden emin bir beden dili danışan da direnç yaratabilir. Yine özel yaşamı hakkında az çok bilgisi olan bir danışan Koç’un özel hayat ve İş hayatı tutarsızlıklarından dolayı onu güven verici bulmaz. Evet Koç’lukta zaten bu olmamalı diyebilirsiniz ama bu yapılmadığı anlamına gelmez. 


Yapılan Koçluğun başarısı büyük oranda Koç’a bağlıdır. Her ne kadar bunun için kullanacağı güçlü sorular, etkin dinleme gibi birçok aksiyon varsa da Koç beden dilini karşı tarafa yanlış iletirse cevapların samimiyeti düşündürücüdür. Alınan her cevap sizin doğru cevaplar aldığınız anlamına gelmeyebilir. 

3 Nisan 2013 Çarşamba

Parmağım Kalem Olsun


Parmağımın kalem avuçlarımın da kağıt olmasını isterim ne zaman düşüncelere dalsam. Yazmak galiba böyle bir şey. Böyle bir normal olamama durumu. Ya da normalin ne olduğuna aldırmama hali. Yazamadığım da hiperaktif çocukların telaşı alır ruhumu. Kalp atışlarım hızlanmaya başlar.

Bir rahatlama anıdır kimi zaman satırları alel acele doldurmak. Yazmak galiba bir kurtuluş sürekli beynime soru sormaktan. Ne zamanki bir şeyler okurken elim kaleme gitmez canımda rahat etmez. Her söylenenden bir kelime dahi olsa alınacak dersler var diye hayıflanır ellerim.

Ben mi abartırım söylenenleri yoksa söylenenler mi abartılır bilmem ama bir yerlerden gelen yaz yaz dürtmeleri hep vardır aklımın köşe başlarında. Yazarken mutluyum evet. Kaçımız mutlu olduğumuz şeyleri kabullenir ve yapabiliriz ki

ZAFER UĞUR

21 Mart 2013 Perşembe

İş Yerlerinde İnsan Kalitesi Kavramı



İş Yerlerinde İnsan Kalitesi Kavramı

İş yerleri ya da firmalar ne dersek diyelim çok farklı yapıdaki inanların ve çoğu zaman evlerinden  daha fazla zaman geçirdikleri yerlerdir.

Buralarda birbirinden çok ama çok farklı yapıda ve davranış biçiminde insanlar çalışırlar. Kendilerine verilen görevleri yaparlar ya da yaratıcılıklarını koyarak bunun üstüne çıkmayı tercih ederler.

Bunların hepsi aslında işin ve çalışanın niteliğiyle ilgili konulardır asıl sorunun bu olmadığını düşünürüm çoğu zaman.

Zor olan işi yapacak adamı bulmaktan çok insan kalitesini yükseltmek olmalı. Firmaların kurumsallaşmasının önündeki en büyük engellerden biri de tam da budur.

Arkadaşlık, takımdaşlık birbirine inanma, sevme bunlar zorla insanlara dikte edilemez. O işi yapan insanların bunları normal hayatında da benimsemiş olması gerekir ki iş yerinde bu süreç çok daha kolay ilerlesin.

İnsan kalitesi ifadesini bir kalite ya da kalitesizlik olarak algılamayın. Bir entelektüel bilgi ya da eğitim seviyesi olarak hiç algılamayın bu kesinlikle aldatıcı olabilir.

Burada kastedilen temel çalışma ve insani ilkelere çalışanların büyük çoğunluğunun riayet  etmesidir. Bu durum dışarıdan kuruma ya da işletmeye bakarken zihinlerde hep olumlu bir gülümseme bırakır. Milyon dolarlık reklam harcamalarından çok şirketlerin buna biraz daha eğilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.



25 Ocak 2013 Cuma

Kaçın NEFRET toplumu geliyor


Zamanın çağların yıl sayılarının sürekli yukarı doğru çıkması insan medeniyetinin de daha ileri noktalara doğru gittiği anlamına gelmez. Belki şu an yaşadığımız konfor geçmişte yok belki de gelecek nesiller bizden çok daha rahat bir hayat sürecekler. Ancak insanlık tarihinin en kanlı olaylarının son yüzyılda olduğunu düşürsek rakamların yukarı çıkışı maalesef insanlığın irtifa kaybettiğini gösteriyor.


Birbirimizi neden severiz? İnsanoğlu birbiri neden sever. Ortak acıları ortak sevinçleri vardır da ondan. İnsanoğlu birbirini neden sever bu acısı ve mutlu anında kafasını kaldırdığında ona bakan gözler vardır da ondan sever. Peki aynı insanoğlu neden nefret eder birbirinden. Belki bu aralarında yapılacak bir karşılaştırmayla anlaşılabilir. 



Sevmek zor ve emek isterken, nefret sadece birkaç kelime ile kendi yatağını bulur. Gerçekten birbirimizi sever miyiz? Sadece bizim gibi inanan bizim gibi konuşan bizim gibi algılayan insanları sevebiliyorsak gerçekten insan olunabilir mi? Maalesef yaşadığımız dönemin özeti şudur; Ne olursan ol değil benim gibi düşünürsen gel diyenlere dönüş.

Toplumuzdaki nefret tohumları o kadar artmış ki fiziksel bir işkence ya da müdahaleyi izlerken insanlığımızdan utanmadan makul sebeplerin peşine takılan bir topluma dönüştük. Tahammül sınırımız diye bir olgumuz kalmadı. Tepkilerimizi anında düşünmeden okumadan ya da empati kurmadan hemen verme yarışındayız


Ne kadar sevgiden bahsediyorsan o kadar nefret topluma yakınsın demektir. Sevgiden bahsederiz onu isteriz çünkü günden güne sarmaşık gibi nefret tohumları sarmıştır tüm organlarımızı


19 Ocak 2013 Cumartesi

Turnover'ın mı var derdin var


Biri gelir biri gider. İşte Türkiye'de maalesef şirketler açısından son yıllarda personel değerlendirme kriteri bu anlayıştan bir türlü kurtulamıyor. Turnover denilen bazı sektörlerde çok fazla etkili olan bazı sektörlerde ise pek önemsenmeyen bir bela var.

Sürekli kurumsal bir yapı teşkil etmenin öneminden bahseden firmalar ve yöneticileri Turnover olunca savunmaya geçerler. Aslında bu yapılması gereken savunma olmamalı yapılması gereken sebeplerini irdelemek olmalı.

Bir çok iş yeri daha baştan çalışan işe girerken Turnover'a ortam hazırlar. İşe alım sürecindeki aksaklıklar tuhaflıklar kişinin işe girse dahi ilk izlenimini etkiler. Hani ilk izlenim çok önemli ya

İş görüşmesi sırasında çalışana verilen bilgilerdeki eksiklik ya da tutarsızlık bir yerde yanlış bilgilendirme hayal kırıklıklarına davetiye çıkarır. Örneğin kariyer imkanı uzun bir zaman dilimi gerektiren bir iş tanımını siz kişiye farklı sunarsanız firmanız için iyi bir şeyler yapmış olmazsınız.



Burada öncelikli değinmek istediğim durum. İşin tanımının yüzde yüz anlatılmamasından kaynaklanan Turnover konusudur. Bir çok firmamız maalesef ya çalışan ihtiyacının aciliyetinden ya da farklı sebeplerden bunu yapmaktadır.

Net anlatılmayan bir iş tanımı kişiyi çalıştığı dönemde işten soğutur. Siz ona tabi bunları da yapacaksın şunları da yapacaksın derseniz kişide acaba ilerde yeni neler çıkacak beklentisi ve karamsarlık oluşur.

İnanın o kişi firma da böyle düşünen tek kişi de değildir. Karamsarlığın en önemli özelliği hemen dağılması herkese nufüz etmesidir. Ne demiş atalarımız Kara haber tez yayılır.

Turnover'a sadece personelin açısından bakan anlayış yanlıştır. Bizzat yöneticilerin belli zamanlarda çalışan memnuniyeti için çalışmaları gerekir. Bu da öyle 10 soruluk garip anketlerle olmaz. Birebir olarak çalışanla yapılacak söyleşiler yöneticilere büyük ipuçları verebilir.






13 Ocak 2013 Pazar

Sosyal Medyada beğendim beğenmedim


Sosyal medya üzerinden gün içerisinde bir çok paylaşımımız oluyor. Yazılar yazıyoruz, resimler koyuyoruz, bazen bir yerlerden alıntılar yapıyoruz ve sonra bakıyoruz acaba beğenen olmuş mu diye ?

Yaptığınız bir faaliyetin diğer insanlar tarafından ciddiye alınması hatta beğenilmesi insanın istediği bir şey ama gerçekle uzak mesafede durabiliyor. Hatta bazen abartılı beklentilere meydan verebiliyor.



Özellikle bu tip konularda şikayet on binlerce beğenen olmasına rağmen faaliyete katılanların çok düşük sayılarda kalması. Şimdi burada örgütlü toplum olmamamızın eksikliklerinden bahsetmek istemiyorum. İlgilendiğim konu bu faaliyet sayısının ufak olmasına rağmen beğenen sayısınında önemli oluşudur.

Gündelik hayatımızda yaptığımız bir çok işte önce potansiyele odaklanırız. İşte bu beğen sayısı burada potansiyel hakkında bize ipucu veriyor. En azından eğilimli insanların sayısı hakkında fikrimiz oluyor. Tam da bu nedenledir ki beğen sayısını ben önemsiyorum ama olmazsa olmaz demiyorum




4 Ocak 2013 Cuma

Öfkeli ADAM

Öfkeli ADAM

Kaldırımın başına doğru yanaştığımda o kalabalıkta dahi hissedebildiğim bir ses duyuldu sırtımda. Bir beyfendi yerinde sürekli hareket ediyor ve bir an önce ışığın yanması için söyleniyordu.

Biraz sonra yeşil ışık yandı ve tüm arabalar okulda sıraya girmiş çocuklar gibi durmaya başladı. 


Beyfendi seslendi: Yürüyün ışık yandı 


Tam arkamda olduğu için onun geçiş alanını kapattığımı düşünüyordu galiba ama en az üç insan geçecek kadar boş mesafe vardı etrafımda. 

Karşıya ben yavaş adımlarla geçerken uzun paltolu, sinirli görünümlü, sürekli söylenen adam yanımdan süratle geçti ve gitti. Neden bilmiyorum elli metre sonra aynı adam yanımda yine göründü ve yine yanımdan hızlı geçti yine söyleniyordu.

Belli ki bir yere yetişecek ve sürekli önüne bir engel çıkıyor biraz evvel bir lamba belki de az önce bir tanıdık arkadaş

Tam bir Altılı ganyan bayisinin önünden geçmekteydim ki adam arkadaşlarıyla kahkaha ata ata sohbet ediyor. Büyük ihtimalle at yarışları üzerine konuşuyordu. Biraz izledim adamı biraz evvelki yüzün bu kadar gülebileceğine inanmak kolay değildi.

Çok tuhaf geldi bir bağımlılık diyebileceğimiz alışkanlığın o kişiyi bu kadar mutlu etmesi bana çok acı geldi. Mutlu olduğu anları orada yaşaması fikrine inanmak istemedim. Belki de sevdiği insanlarla bir arada olmaktı onu mutlu eden ama ne olursa olsun mutluluk kavramı üzerinde düşünmeye başladım yine